top of page

Potansiyel.


Bazen, hatta çoğu zaman bir şarkıyı onlarca defa art arda dinleyiveriyor insan. Tek başına. Işıkları sönmüş hanende.

Belli ki, kırılgan ruhuna dokunan bir şarkıya rastladığında, mayan da tam kıvamına gelmişsse; koyveriyorsun o an tüm savunma/ direnç mekanizmalarını.

Gün doğar, ertesi güne uyanırız. Geçirdiğimiz geceyi, kafamızda harıl harıl çevirdiğimiz düşünce, soru, durumları hatırlarız da, gündelik koşuşturmacayı bahane edip siliverir gibi yaparız zihnimizden.

En son ağzıma takılan şarkı, DT’de çalışırken temsilden çıkıp servisle eve giderken radyoda çalan şarkıydı: “ben sana yalan söyledim.” Niye takılmıştı aklıma, hiçbir fikrim yoktu. Almodovar’ın Los Abrazos Rotos filminde söylendiği gibi, “fotoğrafa neden takıldım bilmiyorum, öğrenmek için yazmam gerekir.” Derken, - s o r g u isimli bir tiyatro oyununun yazımına başlamıştım.

O gecelerden biri. Şarkı diyor ki:

“Korkularıyla yüzleşiyor insan er ya da geç, bir telaş sarıyor önce yüreği.”

Arabesk ya da oriyantalist geliyor kulağa, biliyorum.

“İnan ki kaybolmadım, sendeki kadar.”

Melankolinin tavan yaptığı, kendinizle baş başa kaldığınız bu seyrek zamanlarda, hüzünle kaplı olmaktan haz duyuyor insan. -bence- Kendi özlemini hissettiğinden.

Özlem. Kısa bir kelime ama varlığı yıkıyor ortalığı.

Çocukken bazı hayallerimize sımsıkı sarılmıştık. Olacağına inanmıştık. Yaş erişti yetişkinliğe, hayaller gerçekleşmedi; inancın üstü köreldi; ama özlem… kaldı. Ara ara nüksettiriyor kendisini. En çok da, koyverdiği zaman insan.

Tezatları içinde barındıran insan bedeni, ikiye bölünüveriyor. Bir yandan, örümcek ağı kaplamış özlemini hala yaşatmaya debelenirken, bir yandan artık işin işten geçtiği fikrine -kendi çapında- müdahale etmeye çalışarak, değiştirmek için “çaba” sarf ediyor.

“Ben bilirin aşkın kıymetini.”

Kıyamet demek istedi herhalde? Özlem dediğimiz şey; ruha mı mühürlenmiştir, doğduktan sonra şekillenen hayatında mı yer etmiştir bilmiyorum, ama “dharma” kavramı ile bu derin “özlem” arasında sımsıkı bir ilişki olduğunu düşünüyorum.

“Gerçeklerle yüzleşiyor insan er ya da geç (…) Ne karanlık odalardan, ne masallardaki cadılardan korktum, sensizlikten korktuğum kadar. Ne çıkmaz sokaklar gördüm, ne diyarlar gezdim durdum, kaybolmadım sendeki kadar.”

Koyverdiğinde insan, daha sıkı sarılıyor özlemine. Anımsıyor ya da. Anımsadığı için de içi cızzzz ediyor. Önce özlemini, daha sonra ise “kendisini” hatırlıyor. Ve bu koyvermişlikte, her şeyin mümkün olacağına bir kez daha inanmak istiyor, inanıyoruz.

“Yine ben duyarım seni.”

Sinsi insan. İşler beklediği gibi gitmediğinde, tepedekiyle pazarlığa girişmeye meyilleniyor hemen.

Özlem demiştim, kısa ama varlığı tümden sarsan bir kelime.

Özlem dediğimiz, -mikro ve makro kosmoz denklemini/ ilişkisini hatırlarsak-, aşkın ta kendisi.

Özlem dediğimiz; unutulan, üzerine toz silktiğimiz nice var olma çabamız.

Karanlık sokaklarda, tekrar tekrar hatırladığımız, gerçekleşmediği için insanın içini buruk hale getiren, insan olma deneyiminin ağırlığını ve aynı zamanda kıymetini fısıldayan o kelime.

İsteğinizden utanmayın.

Potansiyel dediğimiz şey, gizli kaldığı için adı potansiyel koyulmuş.


Featured Posts
Check back soon
Once posts are published, you’ll see them here.
Recent Posts
Archive
Search By Tags
No tags yet.
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page